Kızıl Bayrak'tan...
Suriye süreci ve özellikle Batı Kürdistan’da yaşanan son gelişmeler geçtiğimiz hafta boyunca gündemdeki yerini korudu. Sermaye devleti yaşanan bu gelişmeler karşısında içerisine düştüğü aczi önce inkar yoluyla, tehditlerle ardından yoğun bir ırkçı-şoven propagandayla perdelemeye çalıştı. Batı Kürdistan’da Kürt halkının elde ettiği kazanımları boğmaya çalışan sermaye devleti ve onun dinci-gerici hükümeti bütün bir haftayı bu şoven-saldırgan propagandaya eşlik eden bir diplomasi trafiği ile geçirdi. Tüm bu diplomasi trafiği ve bir dizi “zirve”nin perde arkasında ise Kürt halkına yönelik kanlı ve kapsamlı saldırı planlarının olduğundan kuşku duymamak gerekiyor. Zira daha ilk günlerden itibaren tampon bölge oluşturmaktan sınır ötesi operasyonlara, Suriye’de emperyalistler hesabına savaşan çeteleri Kürt halkına yönelik kışkırtmaktan işbirlikçi Kürt burjuvalarını devreye sokmaya kadar bir dizi senaryo ortalıkta dolaşmaya başladı. Bunların gerçekleşip gerçekleşmemesinden bağımsız olarak Türk sermaye devletinin Batı Kürdistan sürecine yönelik şoven-saldırgan tutumunu dolaysız olarak ortaya koymaktadır.
Dışarıda taşeronluğunu yaptığı ABD emperyalizmi adına savaş kışkırtıcılığı yapan, halklara karşı kudurgan bir saldırganlıkla hareket eden sermaye devleti içeride ise sınıfa ve emekçi kitlelere yönelik saldırılarında hız kesmiyor. Kıdem tazminatının gaspı, kiralık işçi uygulamaları gibi işçi sınıfını iktisadi ve sosyal açıdan yıkıma uğratacak kapsamlı saldırılara grev yasakları, yeni sendikalar kanunu ve TİS hakkının ortadan kaldırılmasını içeren Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı gibi yeni saldırı halkaları ekleniyor.
Tüm bunlara azgın devlet terörünü ve yaratılan ırkıçı-şoven atmosferden beslenen faşist saldırganlığı eklemek gerekiyor. Geçtiğimiz hafta Malatya Sürgü’de Alevilere yönelik gerçekleştirilen dinci-gerici saldırganlık tam da yaratılan bu temelden beslenmektedir. Dinci-gerici AKP hükümetinin ve sermaye devletinin saldırıları masum göstermeye çalışması, saldırının arka planında kimlerin olduğunu dolaysız olarak ortaya koymaktadır. Yaşanan bu gelişmeler karşısında birçok yerde Alevi emekçiler sokağa indi, ırkçı-gerici saldırganlığa karşı öfkelerini haykırdı. Aynı günlerde İstanbul Ayazağa ve Muğla’da da Kürt inşaat işçilerine yönelik benzer saldırılar gündeme geldi.
Mevcut siyasal atmosfer, sınıf devrimcilerinin omuzlarına büyük sorumluluklar yüklüyor. “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını öne çıkardığımız bu dönemde sınıf ve emekçi kitleler içerisine çöreklenmiş her türden burjuva gericiliğinin kırılması büyük önem taşıyor. Bunun yolu ise politik gündemler üzerinden işçi sınıfına yönelik etkin bir müdahale süreci işletmekten geçiyor. Dolayısıyla sınıf devrimcileri tüm bu siyasal gelişmeleri sınıf ve emekçi kitlelere yönelik politik müdahalenin gündemleri olarak ele almalı, sınıfı politik mücadeleye kazanma bakışıyla hareket etmelidir. |